_________________________________________________________________________________________________________________________

__________________________________________________________________________________________________________________________

31 Mayıs 2012 Perşembe

Garfield^m :)


Garfield'ı tanımayanınız yoktur heralde :)   

Jim Davis tarafından yaratılan, 2007 yılında yapılan sayıma göre tamı tamına 2,580 gazetede yer almış ve Guinness Rekorlar Kitabı'nda en çok yer alan karikatür karesi olarak tarihe geçen; sevimli bir karakterdir kendisi :)

Yemek yemeği çok ama çok sever :)    7/24 dinlenebilme kapasitesine sahiptir. Her daim televizyon karşısında uyuyakalabilir. Sevimlidir.  Şarkı söylemekten hoşlanır. Umursamazdır(hiçbir sorunu dert etmez). Tabi ki pazartesilerden nefret eder :)

Bu şirin şey hakkında daha bir çok şey sayabilirim sanırım :)
Bunları neden mi anlatıyorum? Çünkü tam da Garfield'a benzeyen şirin mi şirin, tatlı mı tatlı birini tanıyorum :)   Bir çok ortak özelliğe sahip.  Ve en önemlisi de ben onu çooooooooooooooooooooook seviyorum 


Mutlu etmeyi, yüzünü güldürmeyi, şaşırtmayı sevdiğim insanlardan biri...

Ben de bu sebeple aşağıdaki sevimli şeyi aldım :)





Çok şeker değil mi :)


Bu güzellikle 1 gece birlikte uyuduk :)  Daha sonra üzerine biraz parfüm ve içine minik bir mektup, ardından vınnn kargoya :D


Az önce bir mesaj : "... kelimeler yetersiz kaldı yine.... seni çok çok çok çok çok çok çok çok çok seviyorum...artık her gece kokunla uyuyacağım...."

NOT : noktalı yerleri atlayarak yazdım (onlar da bana kalsın yani..)

Evet, insanları mutlu etmek inanın çok kolay. Aslında bir gülümseme bile yeterli bunun için...

Çevrenizdekileri mutlu etmeye devam edin. Onların mutluluğu size mutluluk katsın :) 

Final Halleri :/


Evet, bitmek tükenmek bilmeyen bir final haftası  :(    Neyse ki dişimi çok azcık daha sıkmam gerekecek.



Üniversite sınavına hazırlanırken çevremde ne kadar kişi varsa hepsi de "Sen üniversiteye bir kapak at, gerisi kolay." dedi durdu. Al işte attık kapağı...  Valla ben üniversite sınavına çalışmaya razıyım  :(    Bu ne böyle...    Çalış çalış bitmiyor... Koca bir kitabı önüne koyuyorlar ve "Hepsinden sorumlusun."   Oldu canım, başkaaaa?     Her şeyi noktasına virgülüne kadar ezberlemek zorunda olmak kadar sinir bozucu bir durum yok :(


Örneğin : İnkılap dersi... Benim alan dersim falan değil (iktisat öğrencisiyim)   Adam gidiyor her şeyin ıncığını cıncığını soruyor.

Soru  :  I. Yozgat Ayaklanması’nın tarihi aşağıdakilerden hangisidir?
Şıklar : A. 12 Mayıs 1920
             B. 13 Mayıs 1920
             C. 14 Mayıs 1920
             D. 15 Mayıs 1920
             E. 16 Mayıs 1920


İşim gücüm yok yılını bile bir çok insanın bilmediği olayın hangi ayda gerçekleştiğini bile değil, ayın kaçında gerçekleştiğini bilmek zorundayım.

Bu en basit sorulardan biri. Daha bir çok saçma sapan soru var; şu kişi bu sözünü hangi tarihte söylemiştir gibi...

Kendi alan derslerimden hiç söz etmiyorum bile... "Aaaa burası çok önemli, mutlaka ezberlemeliyim." dediğim onlarca yer oluyor ama tek biri bile sınavda çıkmıyor... Nerede gereksiz aptal saptal şey var gidip onu soruyorlar... 


Robot olsam; devrelerim yanar, param parça olur kendimi imha ederim valla.

Ehh durum böyle olunca insanda ders çalışma isteği falan kalmıyor.

  •  Bugün hava kapalı, yağmur yağıyor; içim sıkıldı, ders çalışmak istemiyorum.
  •  Bugün hava çok güzel dışarıda gezmek varken ders mi çalışılır.
  •  Off karnım aç, yemekten sonra çalışırım.
  •  Biraz kitap okuyup kafamı toparlarsam daha iyi ders çalışabilirim sanki.
  •  Çok uykum var 1 saat uyur sonra sabaha kadar çalışırım.
  •  Bu saatte ders mi çalışır yaa, en iyisi uyumak. Yarın sabah erken kalkar çalışırım.
  •  Dün gece de uykum bölündü, bir kaç saat daha uyusam bir şey olmaz. Kalkınca çalışırım nasıl olsa.



Daha çoğaltabileceğim onlara bahane ile ders çalışmaktan kaçıyorum. Ne yazık ki bu konuda yalnız olmadığımın da farkındayım. "Biraz daha sık dişini Merve" diye diye diş falan kalmadı :P

Ne diyebilirim ki Allah tüm öğrencilerin yardımcısı olsun. Her şey gönlünüzce olur inş. :)

29 Mayıs 2012 Salı

İstanbul


Nice şairlerin ona methiyeler dizmekten bıkmadığı, yerli ve yabancı yazarların onun güzelliğini tasvir etmekten yorulmadıkları olağan üstü bir şehirdir İstanbul…

Türk edebiyatının ve dünya edebiyatının usta kalemlerinin yazılarına ve şiirlerine, Türk ve dünya sanat tarihinin gelmiş geçmiş en usta ressamlarının tablolarına ve yine Türk ve dünya tarihinin en usta müzisyenlerin eserlerine konu olan bu efsanelerle dolu doğal cenneti anlatmaya kelimeler yetmez.

İstanbul üzerine düşünülenler, İstanbul için yazılanlar ve İstanbul’un düşündürdükleri dünden bugüne ciltler dolusu kütüphaneler oluşturmuştur.İstanbul’da mola veren, yolu İstanbul’dan geçen ve İstanbul’a yerleşen herkes, kendi algısı ölçüsünde İstanbul’u anlamaya, anlamlandırmaya çalışmıştır.

On dokuzuncu asırda, romantizm akımından sonra, insanların gözleri tabiatı görmek için açıldığı vakit, İstanbul bütün şehirler arasında birinci derecede göründü. Avrupa’nın en yüksek şairlerinin gözlerini kamaştırdı ve en güzide ruhlu seyyahlarının hafızalarına yerleşti. Farzımuhal olarak Türklerin yeryüzünde, güzellik namına başka bir eseri olmasaydı, yalnız bu şehir onun nasıl yaratıcı bir kudrette olduğunu ispat etmeye yeterdi.

Türkler bu şehrini imar görmemiş, hâlî bir sahada kurmadı; Şarkî Roma İmparatorluğu gibi asırlarca Avrupa’nın yegâne medeniyeti olmuş ve şaşaasıyla bütün milletlerin gözlerini kamaştırmış bir devletin harabesinin üzerine kurdu.Bunun muzaaf bir kıymeti vardır.Eski Bizans harabesi üstüne kurulan Türk İstanbul, şuan ki halinden bambaşka bir kimlikteydi ve yalnız kendini kuran milliyetinin bir ifadesi halini aldı.

Türkler İstanbul’u 1453’te Bizans’tan bir virane halinde aldılar.O vakit İstanbul’un ne kadar harap, yoksul ve perişan olduğunu, Bizans’ın meftunu olduğundan şüphe olmayan tarihçi Charles Diehl, uzun boylu yazdığı gibi, bu bahsi bundan yirmi sene evvel İstanbul’da vermiş olduğu bir konferansta da iyi tasvir etmiştir.Evet, on beşinci asır Türkleri, İstanbul’u virane olarak aldılar ve derhal imar etmeye koyuldular.Bir asır sonra, o zamanki Avrupa’nın hem en büyük hem en ihtişamlı hem de en güzel şehri haline getirdiler.İnanılsın ki bu hükümde zerre kadar mübalağa yoktur.

Ve yine zerre kadar mübalağa etmeksizin diyebiliriz ki o asırlarda Türklüğün medeni kabiliyeti, Latinlerin medeni kabiliyetinden yüksekti.Latinler, dördüncü Haçlı Ordusu’yla 1204’te İstanbul’u zaptettiler ve şehre kendileri yerleştiler.Bu istilanın nasıl bir facia olduğunu yine o zamanın Avrupa tarihçileri ve o zamandan beri tüm tarihçiler iyi yazdıkları için bir kelime dahi ilave etmeye lüzum yoktur.

Firenk hâkimiyeti İstanbul’da yalnız 57 sene sürebildi.1261 de Latin İmparatoru, hükümeti ve ordusuyla çekildiği zaman, arkasında bir virane bıraktı.Paleologlar, o viraneyi yüz doksan sene süren hâkimiyetleri süresince mâmur edemediler.İşte Türklerin 1453’te buldukları İstanbul bu viraneydi.

Türklerin medeni kabiliyeti çok yüksek olmasaydı, bu viraneyi o kadar çabuk imar edebilirler miydi? Millî kudretleri çok üstün olmasaydı onu beş yüz sene muhafaza edebilirler miydi?

O halde tarihin en kudretli, en şanlı, en zeki, en üstün padişahı olan Fatih Sultan Mehmet ve onun emrindeki binlerce askerin göğsümüzü kabartan mücadeleleri hiçte boşa gitmemiştir. Tam aksine İstanbul’un İstanbul olmasına sebep olan yine Türklerdir.Bu muhteşem şehri muhteşem kılan yine tarih sayfalarının yazdığı en muhteşem millettir.Bilmekteyiz ki Türkler asırlar boyunca varlıklarını sürdürdükleri topraklar üzerinde küçümsenemeyecek kadar muhteşem eserler bırakmışlardır.İstanbul ise Türklerin dünyaya armağan ettikleri en büyüleyici eserdir.

Yahya Kemal’in de dediği gibi:
“Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında halis ve tam bir ahenk varsa, orada gözlere bir vatan tablosu görünür.

İklimden anlayan gerçek ve hassas bir sanatkâr, İstanbul’un eski semtlerinden herhangi birini, mesela Kocamustâpaşa semtini, yahut Eyüb’ü, yahut Üsküdar’ı yahut da Boğaziçi’nin henüz millî hüviyetini muhafaza eden herhangi bir köyünü seyredince kat’î bir hüküm vererek der ki: ‘Bu halk bu iklimde ezelden beri sakindir ve bu iklime bu mimariden ve bu halktan başka unsurlar yaraşmaz.’ ”

Evet, gerçek ve hassas bir sanatkâr bu hükmü verir.Türkler beş yüz senden beri mimârisini bu şehrin her tepesine, her sahiline, her köşesine kurarken “Artık bu diyar dünya durdukça Türk kalacaktır.” denildiğini hissettirdi.

İstanbul’u anlamak için İstanbul’u okumak; İstanbul’u yaşamak için İstanbul’u anlamak gerekir: o halde bu yazı sizi İstanbul’u anlamaya davet ediyor.Davet İstanbul’un…



NOT : Eski bir yazım... Bugüne özel paylaşmak istedim..

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Ürün İncelemesi : Maviş oldum :)

Dünden beri içim daralıyor :/   İstanbul'da yağmurlu bir gece ve yağmurlu bir gün...  Gökyüzü grinin en koyu tonlarında, üzerime tonlarca ağırlık yüklüyor sanki. Zaten her şey ters gidiyor... Finallerim var ama bende ders çalışma isteği sıfır. Ne olacak bu halim hiç bilmiyorum.
Neyseee bu konularla içinizi karartmaya gelmedim. Tam tersine biraz renklenmek istedim.
Maalesef göz problemlerim yüzünden bir süredir lens kullanıyorum. Başlarda alışmak öyle zor geldi ki, gözüme dokunmak falan.. Lensi bir şekilde takıyorum iyi güzel ama çıkarmak yok mu, offf offff, öldürüyordu beni. Neyse lenslere alıştım, iyi güzel geçiniyoruz.
İlk başta alışır mıyım alışamaz mıyım diye çok tereddüt ettim ve "en iyisi kısa süreli, şeffaf bir lens alayım; alışamazsam atarım çöpe" diye düşündüm.
Lensi yazdırdım BC : 8.4  Numarası : -0.75 (aslında sol : 1.00 sağ : 0.75; ama arada çok fark olmadığı için doktor aynı almamı önerdi)
Gözlükçüye girdim " BC ? " gibi bir tepkiyle karşılaştım :S   Ehh daha önce lens kullanmamışım, neyin ne olduğunu bilmiyorum... Allah Allah.. Ne oluyor anlamadım tabii :D  Sordum neden öyle bir tepki verdiğini. İşimin çok zor olduğunu ve normalde lenslerin 8.6 dan başladığını söyledi. Neyse kataloğun altını üstüne getirdim ve bir tane şeffaf kısa süreli bir lens buldum.

Aylık bir lens ve içinde 6 adet var, yani 3 ay beni idare etti. Ehh üstüne bir de 1 hafta çıkarmadan kullanılabildiğini duydum ve dünyalar benim oldu :)   (gerçi ben alışmak için her gün yatarken çıkarıp uyandığımda taktım)

EEE... Lensin süresi bitti bende alıştığıma göre istediğim lensi alabilirim diye düşündüm :)
İlk baştan beri istediğim mavi lensti. Tekrar gözlükçüye düştü yolum yani :) Beni göründe offlamaya öfflemeye başladı zaten :)   (gözlükçü tanıdık ve derdimi de anlıyor sağolsun)   Bilgileri biliyor zaten, direk "şeffaf ?" dedi. Bu sefer tabi kiii  hayır :)  Renkli lens istediğimi söylediğimde daha büyük bir offff duydum :)   Eee beni biliyor istediğimi anlamadan çıkmam... Normalde çok fazla üretilmeyen istek üzerine yapılan bir lens bulduk. (8.4'ler istek üzerineymiş diğerleri hazır)   Optima sağolsun :)  Ben gitmeden önce bakmıştım internetten ama her yerde bulunmadığına dair yazılar okuduğumda ümidimi kesmiştim açıkçası.



Rengimi seçtim hemencik :)  (renk seçeneğim pek yoktu. eğer BC : 8.6 olsaymış daha çok özellik ve renk seçeneğim olurmuş)   Önce ben Blue Topaz dedim ama beni Blue için ikna etmeyi başardı :)   Lens siparişimi verdim ve cuma günü mavişlerim + hediye 350 ml eurospot solüsyonum elime ulaştı :)  Bu lensler yıllık ancak 2 yıla kadar rahat rahat kullanabileceğimi söyledi. Yani 2 yıl maviş maviş gezeceğim artık :)

İşte yeni halim :

Makyajsız yakından hali de :


NOT : Cuma gününden beri herkes o kadar çok "Nazar değecek" dedi ki, anlatamam. Bu fotoğraflara da zorla nazar boncuğu koydurdular :) 
Nazara çok inanırım ve maalesef bana çok fazla nazar değer :(    

27 Mayıs 2012 Pazar

Teşekkür Postu :)

Takip ettiğim bloglardaki postları elimden geldiğince okumaya ve incelemeye çalışıyorum :)   14 Mayıs 2012 günü bir yazıyı okurken (burada) dikkatimi çeken bir oje olmuştu ve nasıl durduğunu çok merak ettim :)   Hemencik yorum yaptım.
Evet, duyarlı bloggerlardan biri daha :)  
İnanın öyle mutlu olduk ki.   Benim için ojeyi sürmüş ve paylaşmış :)  


Evet Evet harika bir renk, bayıldım :)




Buyurun efendim sizi buradan alalım :)




Tekrar tekrar teşekkür ediyorummmmm :)   Çok mutlu oldum :)

Nimo

Duydum ki Nimo "Umutsuz Ev Kadınları" dizisinde Songül Öden'in giydiği sabahlıktan arıyormuş :)



Duyan, gören, bilen olursa kendisiyle iletişime geçiversin :)

Mini Alışveriş + Avon

Geçen gün okulda çalıştığımdan bahsetmiştim. Akşam eve gelirken arabada "aaaaaaaa" diye bir çığlık attım :)  Annem, zavallıcık neye uğradığını şaşırdı (arabayı o kullanıyordu) Birden telaşlandı ve bana bir şey oldu falan sandı. Neden çığlık atmış olabilirim ki :D    Evet, annemi şoka uğratan bir sebebi var :)   bir mağazanın önünde askılara dizilmiş t-shirtler arasında (en önde duruyordu) şirin mi şirin, tatlı mı tatlı bir şey gördüm :)


İlk görüşte AŞK :)

Ehh, arabadan inip alamadım doğal olarak. İçime öyle dert oldu ki, anlatamam.
Dün annem, Funda Abla (annemin çocukluk arkadaşı, İzmir'den geldi) ve ben dışarı dolaşmaya çıktık. Aslında bu t-shirtü gördüğüm yerden bayaa uzaktık ve ben acaba eve dönerken uğrasam mı diye düşünürken bir mağazanın önünde dikildim kaldım :)   Evet, bu güzellik orada da karşıma çıktı :)   Üstelik 5 TL'ye :)  Hiç kaçar mı? Hemencik aldım tabii.

Akşam saat 21:30 falan.. Eve dönüyoruz yavaş yavaş. Bir mağazaya daha girdik (Funda Abla gömlek bakacaktı) Aman Allah'ım bir şey gözüme takıldı daha kapıdan adımımı atar atmaz :)

Önündeki kullar ışıl ışıl parlıyor :)
Bu şeker şeylerden çeşit çeşit vardı :)  Önce başka bir şey denedim ama son anda yine ilk gözüme çarpan bu  güzelliği almaya karar verdim :)   20 TL'ye bu da hooopp çantaya :)
Geçen yazılarımdan birinde Avon'dan daha siparişlerim olduğunu ve henüz gelmediğini söylemiştim. Onlardan biri de dün geldi :)  Aslında sipariş ettiğim lip gloss olmadığı için benzer bir tonda farklı bir tane ulaştı elime. 


Henüz fiyatı hakkında bir fikrim yok :)
Hoş bir ışıltı veriyor ve ben beğendim :) 

25 Mayıs 2012 Cuma

Film ≈ Şirinler


Yapım: 2011 ~ ABD, Belçika

Tür: 3 Boyutlu, Aile, Animasyon, Çizgi, Çocuk, Fantastik, Komedi, Macera

Yönetmen: Raja Gosnell
Oyuncular: Neil Patrick Harris, Jayma Mays, Sofia Vergara, Hank Azaria, Bryan Dechart, Cheryl Alessio, Gail Bugeja, Ken Myers, Olivia Palermo, Alex Hall, Anna Kuchma, Ashley Fung, Barbara Vincent, Bradley Gosnell, Dominique Kelley, Finnerty Steeves, Hank, Heidi Armbruster, James Belyeu, Jillian Joseph, Joan Rivers, Joe Urban, John Speredakos, Kevin Fung, Liz Smith, Lizzie Yousko, Madison Mckinley, Marc ı. Daniels, Mark Doherty, Meg Phillips, Michael Musto, Monica Ciszczon, Mr. Krinkle, Nick Latrenta, Nicolina Capitanio, Roger Clark, Ronald Scott Maestri, Scott Dillin, Scott Churchson, Shirley Dluginski, Skai Jackson, Steve Antonucci, Tim Gunn, Todd Fredericks, Tyree Michael Simpson, Victor Pagan
Senaryo: Peyo, David Ronn, David N. Weiss, J. David Stem, Jay Scherick
Senaryo (Kitap): David N. Weiss, J. David Stem
Yapımcı: Jordan Kerner, Paul Neesan, Ben Haber, Ezra Swerdlow
Görüntü Yönetmeni: Phil Meheux
Müzik: Heitor Pereira
Filmin Websitesi: www.smurfhappens.com
Süre: 1 saat 26 dk
Gösterim Tarihi: 05 Ağustos 2011

Efsanevi cizgi film şiirinlerin hayatının anlatıldığıözellikle kötü bir büyücü kendi sinsi amaçları için onları yakalama saplantı uğraşmaları gerektiğini küçük mavi yaratıkları bir efsanevi yarış maceraları anlatılmaktadır.


Önce Filmden Kareler :)




Eveeettt bunca görüntüden sonra bir şey söylememe gerek var mı bilmiyorum :)
Biraz geç oldu farkındayım ama bende böyleyim işte; bir filmi ilk çıktığı zaman izlemeyi pek sevmiyorum (sinemaya gidip izlemediğim sürece)  Bu ŞİRİN şeyleri beğenmemek mümkün mü?  Oldukça başarılı buldum diyebilirim. İzlerken kesinlikle çok eğlendim, hoş vakit geçirdim. Tekrar izler miyim? Defalarca kez :) Tavsiye eder miyim? Kesinlikleeee :D  Neyse efendim fazla söze gerek yok, izleyin :)



İYİ SEYİRLER

24 Mayıs 2012 Perşembe

Mutluluk


Her insan küçük şeylerle mutlu olamaz belki ama ben olurum :)   Hemde öyle bir olurum ki sevinçten havalara uçarım :)
Evet, fotoğrafta görünen 2 küçük minik sevimli şey "Pamuk Şeker"...
Beni tanıyanlar bilir "pamuk şeker, bonibon, çikolata vb." denildiğinde asla hayır diyemem :)
Dün kardeşim kapıdan içeri bu güzellerle girdiğinde de hayır diyemedim tabi ki :)   Hemen 1 tanesini cuppp mideye :D  
Diğerine mi ne oldu : şşşşş aramızda kalsın ama onun yarını paylaştım :)
Kimle mi :




Bu güzellik çok sevdiğim bir ablamın :)
Kendisi İzmir'de oturuyor ve yazları İstanbul'a tatile geliyor (ailesinin yanına) Geçen sene bu güzel 2-3 ay bizde kaldı ve bu sene de bizde misafir :D   Ne kadar kalacak bilmiyorum ama evin maskotu konumunda :)
Kendisiyle oldukça samimiyiz :)
İkimiz de halimizden memnun olduğumuza göre hiçbir sorun yok :)


NOT : Kardeşceğize teşekkürler.. :)

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Film ≈ The Jacket

  
   Evet, bende her zaman "waoww" dedirtecek filmler izleyemiyorum. Bazen hayal kırıklığı yaşadığım filmler de çıkıyor.
   Psikolojik gerilim türünde filmleri izlemeyi severim aslında. Bu filmi de türü yüzünden ve tabii bir çok övgü aldığı için izlemek istedim. Birçok kişiden "Adrien Brody deyince aklıma direk The Jacket geliyor." sözünü durunca çok merak ettim.
   
Yönetmen koltuğunda John Maybury’nin oturduğu, senaryosunu Massy Tadjedin’in kaleme aldığı 103 dakikalık ABD yapımının baş rollerinde Adrien Brody, Keira Knightley, Kris Kristofferson, Jennifer Jason Leigh, Kelly Lynch, Daniel Craig yer alıyorlar.
   Filmin 
bütçesinin 28.5 milyon $ olarak açıklandığını duyunca iyi bir iş çıkarmışlardır diye düşündüm. Ancak hasılatın pek mutlu edecek tutarda olmamasına şaşırmadım: 21 milyon $ mış.

   Filmde sürekli olarak geçmiş ve gelecek arasında karmaşık bir bağlantı kuruluyor. Anlamak için kendimi çok yormadım ancak bende merak uyandırdığını söyleyemem.
   Film resmen içimi kararttı :(   Hee buna değdi mi : ASLA !  Filmden beklentim o kadar yüksekti ki film bittiğinde "Vay be!" diyeceğimi falan sandım; nerdeeee...

 Filmin konusu mu, işte şöyle :  "Jack Starks, Körfez Savaşı’nda başından aldığı çok ciddi bir darbeye rağmen mucizevi şekilde kurtulur. Lakin hafıza kaybı sorunları nedeniyle savaştan alınır. Dönüş yolunda bir polis memurunu öldürmekten suçlanır ve 1992’de akıl hastanesine kapatılır. Burada bir doktorun bilinmeyen deneylerine kobay olur ve kimse kılını kıpırdatmaz. Ta ki geçmişle geleceğin arasında bağlantı kurana kadar!"
   
Adrien Brody oyunculuğu açısından benden + puan aldı. Ancak bu filmi izlenilebilir kılar mı ; benim için hayır. 

   Filmde kafa karıştırıcı bir nokta var ;  Jack geleceğe astral bir seyahat mi yapıyor? Eğer öyle olduğu kabul edilirse hikaye arapsaçına dönüyor. Bunun bir sanrı olduğunu kabul edersek eğer bu sefer de hikaye çok sıradan bir hal alıyor; geleceğe yolculuk, akıl hastanesindeki kötü amaçlı bilimsel deneyler, hapsedilme, sendrom... Bu kısım seyircinin hayal gücüne/kararına bırakılmış. Ancak filmin her iki anlamda da başarısız.
   İnsanın kafasını karıştıran aklına takılan o kadar çok şey var ki:
1)Jack'in tedavisinde sonuç ne oluyor?
2)Karıştığı cinayetteki adam neden polisi öldürüyor?

vs. vs.
   Neyin gerçek neyin hayal olduğu bile anlaşılmıyor. :(
   
The Jacket, benim psikolojik gerilim filmlerini sevenleri hayal kırıklığına uğratacaktır. Adrien Brody'nin filmleri içerisinde kara listede yer aldı benim için.
Filmden kareler:






NOT : Film izlerken can sıkıntısından kafamda bin tilki döndü :)
Film biter bitmez pc başına oturdum ve sonuç : 



inş. bir gün olur :)

22 Mayıs 2012 Salı

Çizittirik :)

Aman Allah'ım bu ne böyle yaa :D  Elimde kağıt kalem varsa bir süre sonra bir şeyler karalamadan edemiyorum :) Bir çoğunu beğenmeyerek atıyorum bir kısmını saklıyorum :)  Nedir bu çizim merakı, nereden çıktı bilmiyorum.


Aslında bir zamanlar (bundan 6-7 yıl önce) elimden kağıt kalem düşmezdi. Sürekli ya şiir yazıyordum ya da bir şeyler karalıyordum. Özellikle graffiti ile sayfalar dolusu adımı yazdığım çok olmuştur. Hatta görüp beğenenler bana da yazar mısın dedikçe boş vakit bulamaz olmuştum. Sürekli kalemler kağıtlar içinde her saniyeyi zevkle değerlendiriyordum.


Sonra ne oldu bilmiyorum. Birden bire soğudum. Şiir yazmak istedim, olmadı; hiçbir kelime anlatamadı duygularımı. Resim çizmek istedim, olmadı; "bir şeyi yapacaksan ya adam akıllı yap ya da hiç yapma" felsefeme ters düştü. O zamanlar bu düşünceyle hareket ediyordum hep. Şimdi kursa gitsem mi diye düşünmeye bile başladım :)  Çizmek rahatlatıyor beni, kafamı dağıtıyorum. Evet, çok başarılı değilim ama geliştirmek istiyorum :)


Bugün yine çalışmak zorunda kaldım veee tam da bu haldeydim :(  Gece çok geç yatıp sabah erken kalkınca durum bu...


Bir de bu.. Nereden çıktı bilmiyorum ama :D

Çizmeye devam edeceğim sanırım ve ilk fırsatta bir kurs bulmalıyım :)

Bunlara da bir bakın :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...